Dinleyeni olmadığında değil, anlayanı olmadığında kişi içine döner, sosyallikten uzaklaşır, melankoli içerisinde geleceğe umutsuz bakmaya başlar ve peşinden gelen çaresizlik duygusu ile yavaş yavaş çekilir depresyonun ağına. Anlamak ve anlaşılmak ilişkilerin anahtarıdır.  Çok seversiniz, anlaşamazsınız. Nasıl olur da anlaşamadığımız birini çok sevebiliriz? Paradokslar uzar gider… İnsan karışıktır, insanların ilişkileri ise karmakarışıktır. Öfkelerin, depresyonların, boşanmaların dahi sebepleri arasında en başta yerini alır bu anlaşılamama duygusu. Belki de anlaşılmaya tenezzül dahi edilmemesini gördüğümüz ilişkilerimiz. Bizi anlamadıkları için sinirlenir, öfke ile biz de inadına onlara karşı empati duymayız. Yavaş yavaş gerçekliğini yitirir diyaloglar, bunu neden anlatayım zaten beni suçlayacak, orta yolu bulamadan sadece benim başım ağrıyacak diye atarız da atarız içimize. Sonrası? Sonrası hep kendimize zarar. Hayat zaten kolay değil, bizi bir de kendileriyle yıpratan, anlamayı hiç denemeyen üstüne hep bir korkuyla çekindiğimiz kimseleri ‘Ruh sağlığım seninle olan yorucu ilişkimden daha önemli’ mottomuzla yolculayalım, kapıdan geçirip arkalarından el sallayalım. Bir de sorayım sizlere: Bugün kendin için ne yaptın?